Biraz
şanssızlık, biraz denk gelmezlik, biraz da ismi yüzünden kapıldığım önyargı
yüzünden bu kitap son okuduğum mustafa kutlu kitabı oldu. Kitabı okuduğumda ise
şimdiye kadar okumamış olmanın pişmanlığını yaşadım. Tamam, bir ‘’uzun hikaye’’
bir ‘’mavi kuş’’ değil ama Mustafa Kutlu’nun kalburüstü kitaplarından. O basit,
sıcak akıcı üslubu sayesinde bir nefeste kitabı bitiriyorsunuz. Tipik bir
Mustafa Kutlu kitabının tüm özelliklerini taşıyor. Kendi kendine konuşmalar,
araya girişler, başka öykülerinden alıntılar yapmalar… hepsi var bunların.
Kitapta, zengin
ve aynı zamanda bir tıp profesörü olan Hulusi Bey’in oğlu olan Ömer Faruk’un
akademik kariyer yapmak için yurtdışına gittikten sonra, yurda dönüşte yaşadığı
hayal kırıkları, arayışları, eskiye özlemi anlatılıyor. İlk gittiği üniversitede
siyasi geçmişi yüzünden reddedilir. Daha sonrasında iş ve siyaset dünyasından
çeşitli teklifler için eski dostları ile görüşür. Karakterimiz Ömer Faruk
paraya ihtiyacı olduğundan değil ülkedeki durumu gözlemlemek için birçok yer
gezer. Bu iş görüşmeleri ve gezmeleri sonucunda, eski dava arkadaşlarının nasıl
da kapitalist düzene ayak uydurduklarını, nasıl paranın kölesi olduklarını,
nasıl yollarını bulduklarını görür.
Dini,
‘’para’’ olmuş insanlar, tüketimin köleleri, tek tip insanlar, marka
bağımlıları yan karakterlerimiz…
Muhafazakarlık,
dindarlık, modernleşme, kentleşme benzeri konularda bolca fikir teaitisi
yapıyor yazar. Memleket meseleleri üzerine, özellikle kalkınma, dışa bağımlık,
iş piyasasının sıkıntıları konularında fikirler sunuyor. Muhafazakarlık ve
dindarlık kavramlarını karşılaştırıyor. Çokça sosyolojik ve politik
göndermeler, ülke sorunları üzerine düşünceler var. ‘’mücahitler müteahhit oldu’’ gibi politik
aforizmalara sıkça yer veriliyor. İnsanların, parayı bulunca nasıl da
değiştiğini, nasıl da kasım kasım kasıldıklarını çok güzel anlatıyor. Ve bunların
hepsini göze batırmadan klasik sıcak üslubuyla anlatıyor.
Muhafazakar semtin sert çocuğu kahveci Pala
Ali’nin ‘’palabar’’ isminde bir bar açması sekülerleşmenin çok güzel bir
göstergesi olmuş. Bunun gibi tezatlar üzerinden ‘’dava’’ kavramının içinin
nasıl boşaldığı tek ‘’dava’’nın sen-ben kavgasına dönüştüğü gösteriliyor.
Bir de karakterimizin şahsi bir meselesi
olacak tabii. Eskiden beri çok sıkı arkadaş, dost olan Didem ve Ömer Faruk
birbirlerine karşı açık olamazlar bir türlü. Herkes onları birbirine
yakıştırken onlar bir türlü adım atamazlar. Çok iyi dostlardır belki de en iyi
dostlarıdırlar birbirlerinin fakat dostlukları, yakınlıkları bir türlü gönül
ilişkisine dönüşemez. Yurda dönüşünde Didem’le de buluşur Ömer Faruk.
Bundan sonrası
sürprizimiz olsun. Ömer Faruk kapitalizme direnebilecek mi, yoksa o da piyasanın
bir parçası olup ‘’para’’sına mı bakacak? ‘’Tüketim Ekonomisi’’ne mi kapılacak
yoksa ‘’Kanaat Ekonomisi’’ yolunu mu tutacak? Didem olayı ne olacak. Bunları kitabı
okuduğunuzda öğreneceksiniz.
Kitapta geçen
iki sözle bitirelim yazımızı;
‘’Aşka
istidadın olsun dilrubadan çok ne var?’’
‘’Men ta
senin yanında hasretem sana’’
Not: kitabın
isminden bahsetmedim onu da bir zahmet okuyup öğrenin.
Ümit
Furkan Hakan