Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17 Tem 2014

PASTORAL SENFONİ- andre gide

Kitabın ismi olan ‘’pastoral senfoni’’ birçok anlam barındırmaktadır.  ‘’Pastoral’’ kelimesi kırsal yaşamla ilgili bir eserin bizi beklediğini gösteriyor. Fransızcada din görevlisi anlamına gelen ‘’pasteur’’ kelimesi ise dini yönleri olan bir hikaye ile karşılaşacağımızı gösteriyor. Kitabın ismi, bu ikili anlam dışında  Beethoven’ın ‘’pastoral senfoni’’ eserine de göndermede bulunuyor.
Kitabımız, kör ve aynı zamanda konuşmayı ve hayatı bilmeyen bir kız ile bu kıza konuşmayı ve hayatı öğretmeye çalışan bir papaz arasındaki aşkı anlatıyor. Başkarakterimiz olan Gertrude, doğuştan kör olan bir kızdır. Yanında yaşamak zorunda olduğu yaşlı akrabası da sağır olduğu için gençlik yıllarına kadar kendisiyle hiç konuşulmamış, hiç dışarı çıkmamış ve kendisine papazın deyimiyle ‘’ancak ölmeyecek kadar’’ yiyecek verilmiş.
Papazımız evlidir ve dört çocuğu vardır. Karısı Amelie, bu hayattan zevk almayan titiz, somurtkan biridir. Yazarın deyimiyle hayatın zor yanlarını bulup onları daha da büyütür.  Evlerine damdan düşer gibi giren bu yeni misafirden hiçbir zaman hoşnut olmaz. Başta annelik kıskançlığı ile sonrasında ise kadınlık kıskançlığı ile papazı kıskanır.
Gertrude, ilk zamanlarda her şeye hırçınca tepkiler verir ve papazın anlattıklarından hiçbir şey anlamaz. Papazımız ise pes etmez, aşkla çalışmaya devam eder ve bir gün çalışmasının meyvelerini almaya başlar. Kız verilenleri almaya başladıktan sonra çok hızlı bir gelişim içerisine girer. Konuşmayı hızlı bir şekilde öğrendikten sonra sıra, dış dünyayı öğrenmeye gelmiştir. Şekiller, sesler, ışık, sıcaklık bir şekilde geçilir ama renklere sıra geldiğinde tıkanır. Yazar, burada ‘’kör birine renkleri nasıl anlatırsınız’’ sorusunu sorar.
Yazar bir süre sonra kıza aşık olur. Başta bunu kendisine bile itiraf edemez. Fakat gertrude, bunu zaten bilmektedir. Çünkü kendisi de papaza aşıktır. Ayrıca, kıza aşık olan tek kişi papaz değildir.
Başkarakterimizin papaz olması, kitapta bolca dini argüman olmasını kaçınılmaz kılıyor. Papazın ilahiyat okuyan oğlu ile olan din eksenli tartışmaları Protestan ve Katolik kiliselerinin bakış açılarındaki farkı yansıtır. Papaz ‘’emir’’, ‘’tehdit’’, ‘’gözdağı’’ gibi kavramların İsa’nın sözleri değil, Saint Paul’un sözleri olduğunu söyler. Kısıtlamaların ve yasaklamaların kanunla, vahiyle değil, insanın kendi içinde olması gerektiğini söyler. ‘’İnsan, kalbinde ve içinde hissederek aşkla kısıtlamalıdır kendisini.’’ Oğlu ise daha dogmatik, mutlak itaati savunan biridir ve babasını hristiyan öğretisi içinde ‘’hoşuna gideni’’ seçmekle suçlar.
Papaz çokça ‘’yasak aşk’’ üzerine düşünür.  Bu sorunu aşkı yücelterek aşmaya çalışıyor. Aşk gibi güzel ve ulvi bir duygunun yasak olamayacağını söyler.

Kitabın sonuyla ilgili bilgi verip kimseyi kızdırmayalım. Sadece şunu söyleyeyim. Kitabın trajik sonunun kitabın genel anlayışına uymadığını düşünüyorum. Aşkın, o kadar yüceltildikten sonra o kadar şekle indirgenmesi papazı haksız çıkarmış oldu. Bilemiyorum, belki de yazarın mesajı budur.

                                                                                                                            ümit furkan hakan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder