
Kitabımız, kör ve aynı zamanda konuşmayı ve hayatı bilmeyen
bir kız ile bu kıza konuşmayı ve hayatı öğretmeye çalışan bir papaz arasındaki
aşkı anlatıyor. Başkarakterimiz olan Gertrude, doğuştan kör olan bir kızdır.
Yanında yaşamak zorunda olduğu yaşlı akrabası da sağır olduğu için gençlik
yıllarına kadar kendisiyle hiç konuşulmamış, hiç dışarı çıkmamış ve kendisine
papazın deyimiyle ‘’ancak ölmeyecek kadar’’ yiyecek verilmiş.
Papazımız evlidir ve dört çocuğu vardır. Karısı Amelie, bu hayattan
zevk almayan titiz, somurtkan biridir. Yazarın deyimiyle hayatın zor yanlarını
bulup onları daha da büyütür. Evlerine
damdan düşer gibi giren bu yeni misafirden hiçbir zaman hoşnut olmaz. Başta
annelik kıskançlığı ile sonrasında ise kadınlık kıskançlığı ile papazı
kıskanır.
Gertrude, ilk zamanlarda her şeye hırçınca tepkiler verir ve
papazın anlattıklarından hiçbir şey anlamaz. Papazımız ise pes etmez, aşkla
çalışmaya devam eder ve bir gün çalışmasının meyvelerini almaya başlar. Kız
verilenleri almaya başladıktan sonra çok hızlı bir gelişim içerisine girer.
Konuşmayı hızlı bir şekilde öğrendikten sonra sıra, dış dünyayı öğrenmeye gelmiştir.
Şekiller, sesler, ışık, sıcaklık bir şekilde geçilir ama renklere sıra
geldiğinde tıkanır. Yazar, burada ‘’kör birine renkleri nasıl anlatırsınız’’
sorusunu sorar.
Yazar bir süre sonra kıza aşık olur. Başta bunu kendisine
bile itiraf edemez. Fakat gertrude, bunu zaten bilmektedir. Çünkü kendisi de
papaza aşıktır. Ayrıca, kıza aşık olan tek kişi papaz değildir.
Başkarakterimizin papaz olması, kitapta bolca dini argüman
olmasını kaçınılmaz kılıyor. Papazın ilahiyat okuyan oğlu ile olan din eksenli
tartışmaları Protestan ve Katolik kiliselerinin bakış açılarındaki farkı
yansıtır. Papaz ‘’emir’’, ‘’tehdit’’, ‘’gözdağı’’ gibi kavramların İsa’nın
sözleri değil, Saint Paul’un sözleri olduğunu söyler. Kısıtlamaların ve
yasaklamaların kanunla, vahiyle değil, insanın kendi içinde olması gerektiğini
söyler. ‘’İnsan, kalbinde ve içinde hissederek aşkla kısıtlamalıdır
kendisini.’’ Oğlu ise daha dogmatik, mutlak itaati savunan biridir ve babasını
hristiyan öğretisi içinde ‘’hoşuna gideni’’ seçmekle suçlar.
Papaz çokça ‘’yasak aşk’’ üzerine düşünür. Bu sorunu aşkı yücelterek aşmaya çalışıyor.
Aşk gibi güzel ve ulvi bir duygunun yasak olamayacağını söyler.
Kitabın sonuyla ilgili bilgi verip kimseyi kızdırmayalım.
Sadece şunu söyleyeyim. Kitabın trajik sonunun kitabın genel anlayışına
uymadığını düşünüyorum. Aşkın, o kadar yüceltildikten sonra o kadar şekle
indirgenmesi papazı haksız çıkarmış oldu. Bilemiyorum, belki de yazarın mesajı
budur.
ümit furkan hakan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder